28 Ağustos 2013 Çarşamba

Saraybosna'nın Çellisti



Bir bakıyorum ellerimde su bidonları ölüm korkusu içinde sokaklarda koşuşturuyorum, bir bakıyorum yardım kuyruğundayım ve 50 m öteme bir havan topu düşüyor. Sokağı geçmem lazım evim dediğim yıkıntıya ulaşabilmek için. Kafamı çeviriyorum “Pazı Sniper”. Yıkık dökük binaların arasında boşluktayım. Ben Saraybosna’dayım… Kitap beni içine çekiyor, Saraybosna sokaklarında kayboluyorum.

Tarih 27 Mayıs 1992. Havan topları düşerken ve keskin nişancılar ölümcül işlerini sürdürürken, bir çellist penceresinin önünde oturup Albioni'nin Adagio'sunu çalmaktadır. O sırada bir bomba, aşağıdaki sokakta ekmek almak için kuyrukta bekleyen insanların üzerine düşer ve yirmi iki kişinin ölmesine neden olur. O günden sonraki yirmi iki gün boyunca her öğleden sonra çellist, viyolonselini bombanın düştüğü sokaktaki çukurun yanına taşıyacak ve ölenlerin anısına orada Adagio'yu çalacaktır. Bu 22 gün üç farklı karakter tarafından onların gözüyle anlatılıyor kitapta. Beni en çok şartlar ne kadar kötü olursa olsun insanca yaşamaya çalışmaları ve bunun için verdikleri içsel mücadele etkiledi. Ve kitapta bir detay var. Etnik kimliklerden, dinlerden bahsetmiyor. Üç karakter de Saraybosnalı ve tepelerde bir takım insanlar şehri bombalıyor. Bosna’nın savaş sonrası felsefesini hatırlatıyor bana: Unutma, unutturma, kin tutma…
Kitap ile alakası olmayan benzer bir olay da Saraybosna Milli Kütüphanesinde yaşanıyor. 25 Ağustos 1992’ de yoğun bir bombardıman altında kalan kütüphanede çıkan yangında 23.000’i Osmanlı el yazması olmak üzere 2 milyona yakın kitap yok oldu. Dünya’nın dikkatini Bosna Hersek’ de yaşanan savaşa çekmek için 17 Haziran 1994’ de yıkıntılar içinde Saraybosna Filarmoni Orkestra’sı bir konser veriyor. Fikir Aliya İzzetbegoviç’e ait. Konserin konuk şefi ise dünyaca ünlü şef Zubin Mehta. Zubin Mehta ve orkestra üyeleri çentiklerin ölüm tehditlerini ve Bosna ordusunun güvenlik uyarılarını önemsemiyor ve konser yoğun baskı altında sorunsuz olarak gerçekleştiriliyor. 2 Gün sonra konser amacına ulaşıyor. CNN International’da bir gün de 36 kez haberi yapılıyor konserin. Amaç Bosna Hersek’ de yaşayan insanların Avrupa’nın bir parçası olduğunu hatırlatmak ve tipik oryantalist bakış açısını yıkmak. Batı devletlerinin dikkatini çeken önemli bir organizasyon. Bu konuyla ilgili bir kitap vardır belki…
Modern zamanların en uzun süren kuşatması olarak tanımlanıyor Saraybosna kuşatması. 5 Nisan 1992 tarihinde düzenlenen barış mitinginde Suada Dilberoviç’ in öldürülmesi ile başlayıp 29 Şubat 1996 tarihine kadar yaklaşık 4 sene sürüyor. Rakam olarak söylemesi kolay ancak şehir halkı için yaşanması zor bir süreç. Su yok, elektrik yok, doğalgaz yok, açlık var, ölüm tehdidi var. Dobrinja Butmir arasında bağlantıyı sağlamak için açılan 800 m uzunluğundaki tünelin Saraybosna’ya direnç kattığı tartışılmaz. Yaralılar tedavi için bu yolla şehirden çıkarılıyor, silah sevkiyatı ve yardım malzemeleri bu yolla şehre ulaştırılıyor. BM verilerine göre 10.000 insan öldürüldü ki bunun 3.000’ i çocuktu, 56.000 insan yaralandı. Günde ortalama 329 bomba düştü şehre. 22 Temmuz 1993 tarihinde sadece bir günde 3777 bomba düştü. 10.000 bina parçalandı. Kuşatma sonunda hasarsız kalan bina oranı sadece % 13’dü. Kuşatma süresince ağaçlar yakacak için kesilirken, ne acı ki bir zamanlar çocukların cıvıldadığı parklar mezarlıklara dönüştürüldü.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Drina Köprüsü

 
 
Yazılı bir belgesel gibi, şiir gibi bir kitap... Bir köprünün ve çevresinde gelişen bir kasabanın yüzyıllara yayılan yaşamı. Bir oya gibi işlenmiş öyküler ve köprüyle birlikte değişen yaşamlar. Bosna hayallerimde köprüden yemyeşil sulara bakarken buluyorum kendimi. Vişegrad çoktan görünecek yerler listeme eklendi bile.

Sokollu Mehmet Paşa 1577 yılında Mimar Sinan'a yaptırıyor köprüyü. Drina nehri üzerinde doğu ile batıyı birleştiren yada ayıran bir köprü. Sokollu Mehmet Paşa'nın hayatı ve köprünün yapım süreci ile başlıyor kitap. Bu kasaba Boşnak, Sırp, Hırvat ve Yahudi ailelerin bir arada yaşadığı küçük bir kasaba o zamanlar. Kendileriyle, birbirleriyle ve hiç kimseyle sorunları yok. Avusturya Macaristan'ın Bosna-Hersek' i işgaline kadar bir şekilde yaşayıp gidiyorlar. Her şey güllük gülistanlık değil elbette. Osmanlı yönetimi varken Hristiyanlar tedirgin, Sırp ayaklanmaları olduğu zaman Müslümanlar tedirgin ve Avusturya Macaristan işgal ettiği zaman hiç tanımadıkları bu yönetim yüzünden herkes tedirgin.

Doğu ve batı yönetimleri arasındaki çizgiler yazarın "Yeni yönetim iyi bir sistem kurmuş, Osmanlı yönetiminin insanların cebinden zorla çektiğini, acımasızca ve kimseyi sarsmadan çekip alıyordu. O kadar ki, halk ödediği vergilerin farkında bile olmuyordu" cümleleriyle ifade ediliyor.
 
Avusturya Macaristan Sırbistan'a savaş açtığında Müslümanlar taraf olmaya çekiliyor. Kimi bunu şiddetle reddederken kimi Sırbistan'a karşı Avusturya Macaristan adına savaşıyor. Sanıyorum ne yazık ki ilk kez bu dönemlerde dinsel ve etniksel ayrışmalar yaşanmaya başlıyor. Her sorunda bir araya gelen ve birlikte aşmanın yollarını arayan halk ilk kez bu zamanlar birbirlerine mesafeli davranıyor.
 
Ivo Andriç'e Nobel'i getiren bu kitap Türkiye'de ilk basıldığı yıllarda çok ilgi görmüş. Kitabın arka sayfasındaki bir cümle her şeyi özetler gibi.
 
"Anlatılan ne müthiş bir uyum hikayesi, ne de mutlak bir zulüm hikayesi. Kimliklerin, dinlerin, devletlerin ve de her şeyin ötesinde, içinde insanların olduğu, karmaşık, zengin bir hayat tablosu."
 
Sonradan aklıma gelen bir not: Sokollu Mehmet Paşa köprüsü Unesco tarafından 2007' de kültür mirası listene eklenerek korumaya alınmış. 
 
 

23 Ağustos 2013 Cuma

İncir Kuşları


Bu kitapla başladı her şey. Tamamen tesadüftü alışım. Konusu hakkında en ufak bilgim yoktu. Bir kaç ay raflarda sırasını bekledi. Haziran ayının başında tatil için bavulu hazırlarken son anda attım bu kitabı çantanın içine. Tatil kitabı olmadığını bilemedim... İçim acıyarak, yüreğim parçalanarak gözyaşları içinde okudum kitabı.

Kitabın arka kapağındaki "Bu kitap tamamen gerçeklere dayanmaktadır" cümlesi bir hançer gibi saplandı yüreğime. Beni kendime döndürdü. 1992-1995 Tarihleri arasında kimdim ben? Ne yapıyordum? Nasıl bu kadar duyarsız kalabildim? Bir türlü içinden çıkamadığım bu iç sorgulama beni okumaya, daha çok okumaya itti. Okudukça canım yandı, yandıkça keşke dedim. Ne yapabilirdim? Belki hala yapabilirim. Bilmiyorum. Okuyorum, araştırıyorum, düşünüyorum...

Osmanlı'nın yetimi Bosna bir kader olabilir mi? Peki kader bu kadar kötü olabilir mi? Buradan kollarımı uzatıp tek tek sarılabilmek isterdim o insanlara, yüreklerine dokunabilmek, bir keşkeyi yok ederken bir umut yeşertebilmek...

Bu kadar duyarsız kaldığım için, gözlerim bakarken görmediği için, gözyaşlarım seninle akmadığı için BOSNA BENİ AFFET...