Bir bakıyorum ellerimde su bidonları ölüm korkusu içinde
sokaklarda koşuşturuyorum, bir bakıyorum yardım kuyruğundayım ve 50 m öteme bir
havan topu düşüyor. Sokağı geçmem lazım evim dediğim yıkıntıya ulaşabilmek
için. Kafamı çeviriyorum “Pazı Sniper”. Yıkık dökük binaların arasında
boşluktayım. Ben Saraybosna’dayım… Kitap beni içine çekiyor, Saraybosna
sokaklarında kayboluyorum.
Tarih 27 Mayıs 1992. Havan topları düşerken ve keskin nişancılar ölümcül işlerini sürdürürken, bir çellist penceresinin önünde oturup Albioni'nin Adagio'sunu çalmaktadır. O sırada bir bomba, aşağıdaki sokakta ekmek almak için kuyrukta bekleyen insanların üzerine düşer ve yirmi iki kişinin ölmesine neden olur. O günden sonraki yirmi iki gün boyunca her öğleden sonra çellist, viyolonselini bombanın düştüğü sokaktaki çukurun yanına taşıyacak ve ölenlerin anısına orada Adagio'yu çalacaktır. Bu 22 gün üç farklı karakter tarafından onların gözüyle anlatılıyor kitapta. Beni en çok şartlar ne kadar kötü olursa olsun insanca yaşamaya çalışmaları ve bunun için verdikleri içsel mücadele etkiledi. Ve kitapta bir detay var. Etnik kimliklerden, dinlerden bahsetmiyor. Üç karakter de Saraybosnalı ve tepelerde bir takım insanlar şehri bombalıyor. Bosna’nın savaş sonrası felsefesini hatırlatıyor bana: Unutma, unutturma, kin tutma…
Tarih 27 Mayıs 1992. Havan topları düşerken ve keskin nişancılar ölümcül işlerini sürdürürken, bir çellist penceresinin önünde oturup Albioni'nin Adagio'sunu çalmaktadır. O sırada bir bomba, aşağıdaki sokakta ekmek almak için kuyrukta bekleyen insanların üzerine düşer ve yirmi iki kişinin ölmesine neden olur. O günden sonraki yirmi iki gün boyunca her öğleden sonra çellist, viyolonselini bombanın düştüğü sokaktaki çukurun yanına taşıyacak ve ölenlerin anısına orada Adagio'yu çalacaktır. Bu 22 gün üç farklı karakter tarafından onların gözüyle anlatılıyor kitapta. Beni en çok şartlar ne kadar kötü olursa olsun insanca yaşamaya çalışmaları ve bunun için verdikleri içsel mücadele etkiledi. Ve kitapta bir detay var. Etnik kimliklerden, dinlerden bahsetmiyor. Üç karakter de Saraybosnalı ve tepelerde bir takım insanlar şehri bombalıyor. Bosna’nın savaş sonrası felsefesini hatırlatıyor bana: Unutma, unutturma, kin tutma…
Kitap ile alakası olmayan benzer bir olay da Saraybosna Milli Kütüphanesinde yaşanıyor.
25 Ağustos 1992’ de yoğun bir bombardıman altında kalan kütüphanede çıkan yangında
23.000’i Osmanlı el yazması olmak üzere 2 milyona yakın kitap yok oldu. Dünya’nın
dikkatini Bosna Hersek’ de yaşanan savaşa çekmek için 17 Haziran 1994’ de
yıkıntılar içinde Saraybosna Filarmoni Orkestra’sı bir konser veriyor. Fikir
Aliya İzzetbegoviç’e ait. Konserin konuk şefi ise dünyaca ünlü şef Zubin Mehta.
Zubin Mehta ve orkestra üyeleri çentiklerin ölüm tehditlerini ve Bosna ordusunun
güvenlik uyarılarını önemsemiyor ve konser yoğun baskı altında sorunsuz olarak
gerçekleştiriliyor. 2 Gün sonra konser amacına ulaşıyor. CNN International’da bir
gün de 36 kez haberi yapılıyor konserin. Amaç Bosna Hersek’ de yaşayan
insanların Avrupa’nın bir parçası olduğunu hatırlatmak ve tipik oryantalist
bakış açısını yıkmak. Batı devletlerinin dikkatini çeken önemli bir
organizasyon. Bu konuyla ilgili bir kitap vardır belki…
Modern zamanların en uzun süren kuşatması olarak
tanımlanıyor Saraybosna kuşatması. 5 Nisan 1992 tarihinde düzenlenen barış
mitinginde Suada Dilberoviç’ in öldürülmesi ile başlayıp 29 Şubat 1996 tarihine
kadar yaklaşık 4 sene sürüyor. Rakam olarak söylemesi kolay ancak şehir halkı
için yaşanması zor bir süreç. Su yok, elektrik yok, doğalgaz yok, açlık var,
ölüm tehdidi var. Dobrinja Butmir arasında bağlantıyı sağlamak için açılan 800
m uzunluğundaki tünelin Saraybosna’ya direnç kattığı tartışılmaz. Yaralılar
tedavi için bu yolla şehirden çıkarılıyor, silah sevkiyatı ve yardım malzemeleri
bu yolla şehre ulaştırılıyor. BM verilerine göre 10.000 insan öldürüldü ki bunun
3.000’ i çocuktu, 56.000 insan yaralandı. Günde ortalama 329 bomba düştü şehre.
22 Temmuz 1993 tarihinde sadece bir günde 3777 bomba düştü. 10.000 bina
parçalandı. Kuşatma sonunda hasarsız kalan bina oranı sadece % 13’dü. Kuşatma
süresince ağaçlar yakacak için kesilirken, ne acı ki bir zamanlar çocukların
cıvıldadığı parklar mezarlıklara dönüştürüldü.